Salı, Aralık 04, 2012

Piç Kurusu!

Ve sonunda Zilli Prenses'le ilişkimiz baba-çocuk seviyesinden baba-kız aşamasına geldi. Benim için sancılı bir olaydı ve hâlâ olumsuz etkisinden kurtulabilmiş değilim. Oysa daha dün her şey ne kadar güllük, gülistanlık, bağ-bahçe-bostanlıktı.

Dün akşam yatmadan önce odasında bana kukla gösterisi yaparak beni eğlendiriyordu. Örümcek kuklasını almış kafasına göre senaryolarla benimle konuşturuyordu.

-Merhaba, ben küçük örümcek.
 -Aaaa, merhaba örümcek, ne haber?

-İyiyim, evime gitmem lazım.
-Peki. Nerede evin?

Şurada. Arkadaşlarım da beni evimde bekliyor. Üç arkadaşım gelmiş. İsimleri de Harkus, Kinnos ve Epuç.

İsimleri neresinden uydurdu bilmiyorum ama hepsi bir yana, Epuç ne lan?

Böyle güzel bir akşamdı işte. Sabah da kalkıp kızımı okuluna bıraktım. Biraz çalıştıktan sonra piyano dersime gidip, Zilli Prenses'in benimle söylemesi için Ali Baba üzerinde yoğunlaştık. Çok hevesliydim. Ali Baba'yı öğrenmiştim ve akşam kızıma çalacaktım. O da benimle söyleyecekti.

Okula gittim. Kızımın, paltosunu giyip çantasını almasını beklemeye başladım. Kısa süre sonra Kıvırcık Çocuk hızla bana doğru koşmaya başladı. Tabii ki bir baba olarak, kızım bana sarılmaya geliyor diye masum kalbim pırpır etmeye başladı. Kızım nefes nefese yanıma geldi ve dünyamı yıktı.

"Baba seni biriyle tanıştırmak istiyorum."

Canım kızıma bakarken arkadan gelen piç kurusunu görmemişim bile. Kızım ona doğru uzanmıştı ki bu sahnenin devamını izleyemeyeceğime karar vererek tavrımı ortaya koydum.

"Ne tanıştırması be? Sen bana erkek tanıştırmak için çok küçüksün!"

Yan taraftan bir öğretmenin "Amanın neler duyuyorum!" dediğini hayal meyal hatırlıyorum. Piç kurusundan geriye de aksi yöne doğru koşarken gözüme çarpan, sırtındaki çantanın görüntüsü kalmıştı. Kızım ellerini karnının üzerinde birleştirdi ve ses çıkarmadan bana baktı. Kasaba meydanındaki iki silahşor gibi bakıştık. Üç saniye öyle geçti. Ve Zilli Prenses elimi tuttu.

"Baba gel seni tüm arkadaşlarımla tanıştırayım."

 Yalnız kimseyle tanışamadan niye kendimi okulun dışında buldum, onu çözemedim.

Cuma, Kasım 30, 2012

Babalar Gibi Satarım

Zilli Prenses, patronun haksız olduğu durumlarda birinci kural geçerlidir yasasını geçenlerde yürürlüğe koydu. Kanuna karşı gelen herkes, gıcık ilan edilmek suretiyle cezalandırılıyor. Suçun ağırlığına göre bilumum afra tafra, sessiz tepki ve diğer köşedeki boksöre şikâyet gibi yaptırımlar da uygulanabiliyor.


Annesi zahmet etmiş, kendisine doğal sabunlar almış ama hanımefendinin gözü sıvı sabuna takılmış bir kere. Suyun altına giren minik eller ani bir hareketle sıvı sabuna yönleniyor, zeki ve çevik anne yıllarca Atari oynamanın verdiği çeviklikle elleri tutup diğer sabuna götürüyor. Cebren ve hile ile doğal sabundan uzaklaştırılan eller, ustalıklı bir manevrayla yeniden sıvı sabuna yöneliyor ve film başa sarıyor. Tabii ki anne her zaman sabır küpü olamıyor ve evimizin en çok tekrarlanan sahnesi yeniden canlandırılıyor. Hanım kızımıza çıkışan anne, anneye hışımla karşılık veren Kıvırcık Çocuk ve olay yerinden hızla ama sessizce uzaklaşmaya çalışan baba. Anneye laf geçirmek için yaş hâlâ müsait olmadığı için de oflaya puflaya yelkenler suya indiriliyor. Ama intikam soğuk meze de olur, ana yemek de. Mutfakta anneyle sohbet ettiğimi gören kıskanç çocuk, salına salına sinsice bana yaklaşır ve "Babacığım sen annemi bırak biz beraber oynayalım" der ve sürüklemek suretiyle beni oradan uzaklaştırır. Annenin içinden ve dışından söylediklerini mecburen sansürlemek durumundayım. Klasik anne-kız atışması işte canım, büyütecek bir şey yok. Kızım benimle oynamak istemiş, ne var bunda?

Fazla sevinme ey baba, senden büyük anne var. Evet, gol sevinci için erkenmiş. Kadın adlı varlık 3'ünde neyse, 33'ünde de aynıymış. On dakika sonra hiçbir şey olmamış gibiydi ortam. Ben farkında mıyım olan bitenin? Tabii ki hayır. Kızlar kendi aralarında anlaşmış ve o akşam Zilli Prenses'in bizimle yatmasına karar verilmiş. Buna da itirazım yok. Darbeli bir gece olacak, onun dışında gayet memnuniyet verici bir gelişme. Kızım bana iyi geceler dilemeye geldiğinde taze haberi de eklemezlik etmedi. "Baba ben senin yastığını benim odama götürdüm. Kendi yastığımı da aldım, Sen benim yatağımda yatabilirsin." Hanımefendi yastıklarımı kendi odasına taşıyıp yatağın üstüne fırlatmış. Kendi yastığını da benim tarafıma mis gibi yerleştirmiş. Gözlerim anneyi aradı ama ne tesadüftür ki tam da o anda banyoya giresi gelmiş. Bari sessiz gül!

Pazartesi, Kasım 05, 2012

Hıyar

Çocuklar çevrelerini, etraflarında olup itenleri ve duyguları büyüdükçe öğrenir ve doğru kalıplara oturtur. Güzel, gayet normal. Sevdikleri ve sevmedikleri şeyler belirginleşmeye başlar ve ona göre tavır belirlerler. Ona da tamam. Hafızaları da büyüdükçe gelişir, hatırladıkları olaylar artar ve aralarında bağıntı kurmaya başlarlar. Orada duralım.

Güzel bir Pazartesi  akşamüstüydü ve kızımla salonda güreş-atletizm-Amerikan futbolu-asenkron jimnastik sporlarından oluşan oyunumuzu oynarken üstümde tepinen Zilli Prenses'i alıp halıya yatırdım ve kulağının altına ağzımla hafifçe "Brrrrrr" yaparak gıdıkladım. Çeşitli Uzakdoğu hareketleriyle elimden kaçan Küçük Hanım aynısını bana yapmaya çalışınca kaçtım ve kendimi odaya kapattım. Bir süre kapının önünde Jack Torrance edasıyla dolaştı ve "Gıcıksın!" diye bağırarak gayet medenice pes ettiğini dile getirdi. Konu kapandı, oyun bitti, hayat normale döndü.

Güzel bir Çarşamba akşamüstüydü ve kızımla salonda güreş-atletizm-Amerikan futbolu-asenkron jimnastik sporlarından oluşan oyunumuzu bitirdikten sonra dinlenmek koltuğa şöyle bir uzandım. İçim geçmiş veya geçmek üzereydi bilmiyorum ama daha kulağımdaki ıslaklığın şokunu atlatamadan arkasından gelen "Brrrrrrrrrrrrrrrrr" yüzünden "Büyükanne sana geliyorum!" diye fırladım. Görüntü netleştiğinde salonun kapısını koşarak dönen ve kahkaha sesleri eşliğinde gözden kaybolan kıçı gördüm. Abla kindar, notunu al Sinto.

Bilindiği gibi okullar, bilumum aktiviteyle çocukları oyalamaya ve velileri uyutmaya tam gaz devam ediyor. Bizimkinin okulu da ata binmeye götürüyor veletleri. "Kardeşim bu kız ileride at veya Veliefendi'de loca isterse ben bunu karşılayamam" diye çok direndim ama tüm okul, tam kadro gittiği için mecburen boyun eğdim. Neyse ki hayvan sevgisi (Şerefsiz Fofo) olan bir çocuk ve olaya henüz ticari veya sportif açıdan bakmıyor. Bozmadan devam diyoruz. Ta en başta geçen, olaylar arasındaki anlamlı/anlamsız bağıntı kurma dönemini de bu sayede keşfettik. Hâlâ akıllanmadım, çocuğa azimle okulda ne yaptığını soruyorum. Evet, makul bir cevap alacağım mutlaka. Ata binme günü de farklı olmayacak tabii.

-Ne yaptınız bugün kızım?
-Ali Baba'nın Çiftliği'ne gittik ama kendisi orada yoktu.

Dedi, harbiden bunu dedi. Alay mı ediyor, bunlar normal midir, endişelenmeli miyim şeklinde binlerce düşünce kafamda ata sporumuzu yapıyor. Hangisini istediğime ben bile karar veremedim ama Zilli Prenses birkaç saat önce son darbesini vurup dinlenmeye çekildi. Birlikte yaptığımız faaliyetlerden sonra, yemekten önce biraz televizyon izlemek için koltuğa uzanan kızımdan daha fazla uzak kalmaya dayanamadım ve çalıştığım masadan kalkıp iki adım attım ve yanına ulaştım. Önünde çömeldim ve şefkatli baba ifadesiyle gözlerine baktım. O da bana baktı.

-Baba canım bir şey çekti.
-Ne çekti güzel kızım, söyle babana.


Salatalık!

Salı, Ekim 09, 2012

Ara Beni Ara Yar

Her genç kız babasının korkulu rüyasıdır telefon. Yemek saatinde, saat 21.00 gibi gecenin geç bir saatinde veya kısaca olur olmadık saatlerde arayan şerefsizler ve konuşulanların bilinememesi çileden çıkarır baba kişiyi. Bu telefon denen meret eskiden sadece evlerde varken şimdi ceplerde gezmeye başladı. Bu çocuk arkadaşlarıyla telefonda dedikodu yapma yaşına geldiğinde kim bilir neremizde olacak. Neyse, konuyu dağıtıp sinirimi bozmayayım. Anlaşıldığı üzere Zilli Prenses telefon denen illeti sevdi. Şimdilik cep telefonundan konuşturmuyoruz kendisini ama ev telefonu faturaları yavaş yavaş kabarmaya başladı. Telefonu kaptığı gibi evin bir ucundan diğerine dolaşa dolaşa, bilumum sülale ferdiyle ve yakın arkadaşlarla muhabbet ediyor. Ama tatile gittiğinde kendisini özleyen babaya bir saniye ayırmıyor! Sakinim.

Daha bir ay önce tatildeyken ve mis gibi sahilde akşam yürüyüşü yaparken "Köpeğimi özledim" diye zırıl zırıl ağlayan kız, Bodrum'dayken kendisiyle görüşmek istediğimde olumsuz yanıt vermekle kalmayıp "Babayı özlemedin mi?" diye soran anneye de telefonda olduğumu bile bile "Hayır" diyebiliyor. Sakinim.

Hasbelkader hanımefendiyi telefona gelmeye ikna edebildiysek de baba hatırı sormak falan mazide kalmış bir gelenek. Konuşmalarımızın gidişatı gayet rutin. Bir tarafta taleplerin efendisi, diğer tarafta tırnak yiyerek öğün geçiren adam.

-Baba bana Galatasaray forması al.
-Peki kızım.

-Baba bana kask al.
-Olur kızım.

-Baba bana bir de sörf tahtası al.
-Höst!


Sakinim.

Telefon konuşması yapmamız için aramızda mesafeler olmasına gerek yok. Babaya kapak takmak da paha biçilmez. Canı sıkılan Zilli Prenses, çalışırken yılışıp telefonda konuşmaca oynamaya beni razı etti ama en nazik tabirle ben böyle konuşmanın içine ederim arkadaşım.

-Alo.
-Alo.

-Kimsiniz?
-Ben baban kızım.

-Teşekkürler, iyi günler. (Çtonk!)
-!%*$

Perşembe, Eylül 13, 2012

Ters Köşe

Kelimeler, eş anlamlılar, boş anlamlılar, zıt anlamsızlar. Evet, bunlar dil bilgisi literatürümüze yeni giren kavramlar. Hiçbir ders kitabında yok ama kızımın kelime dağarcığında hepsinin yeri ayrı. Akşam yemeğinde önüne pirzolasını almış, Tarkan filmlerindeki "Hancı şarap, et ve kızını getir" diyen adam gibi yumulmuşken aniden çatalı bıçağı bırakıp hüzünlü bir ifadeyle bana dönen kızım pirzolasının kızgın olduğunu dile getirdi. Klasik mavi ekran vermiş anne-baba bakışmasının ardından da tabii ki her zamanki gibi jeton ilk olarak muhterem eşimde düştü. Pirzolada hafif sinir çıkmış, sinir sahibi pirzola da doğal olarak kızgın pirzola oluyormuş. Aslında düşününce hiç de yanlış gelmiyor.


Uyuznaz kızım annesine babasına olan sevgisini ifade etmeyi çok seviyor. Veya biz öyle sanıyoruz. Genelde arkasından bir talep geldiği için henüz kesin bir karara varamadık. Ama tatile çıktığımız ilk gün, oteldeki odamıza yerleşirken balkondan manzaraya bakıp bir anda geri dönmesi ve önce bana "Canım babammmm!" sonra da annesine "Canım annemmm!" diye sarılmasıyla, içten olduğuna biraz daha inanmıştık ki, çocuk hızla tuvalete koştu ve "Canım klozet!!!!!" diye bağırdı. Sinir şey.

Kızımın söylediği şarkıların sözlerini değiştirip birlikte söylerken onu şaşırtmak en sevdiğimiz oyunlardan biri. Fakat bazı şarkıların dokunulmazlığı var. Daha Dün Annemizin adlı eskimeyen, eskiyemeyen parça bunların başında geliyor. Her yanlış söylediğimde Gıcıksu sinirleniyor ve düzeltmek için kıymetli vaktini bana ayırıyor. Benim için sorun yok, kızım benimle vakit geçiriyor. Ama sonunda doğrusunu söylememin hatta "Aferin baba doğru söyledin" diye takdir etmesinin ardından "Hadi Fofo çiçekli bahçemize çıkalım" diyip kıçını dönüp gitmesi çok koyuyor. Satıcı Fofo da tıngır mıngır peşinden gidiyor. Kazanmam imkânsız.

Muhterem eşimin çizgi filmlerde bile ağlama huyu Zilli Prenses'e de geçmiş gibi görünüyor. Olur olmadık şeylere içlenip muslukları açıyor. Sıcak bir tatil gecesinde, insanlar kumlarda voleybol oynayıp, mangallar yakarken ve keyifle çardak barlarda eğlenirken, "Köpeğimi özledim, vuaaaa!" diye babası dondurma almamış gibi ağlayan tek çocuk bizimkiydi. Tek suçum da "Fofo'yu özledin mi kızım?" diye sormaktı. Zaten utanmasa hanım da ağlayacaktı kesin ama iyi tuttu kendini.

Perşembe, Ağustos 16, 2012

İç Savaş Günleri


İşte o sancılı ve gergin dönem geldi. Hoş geldi, sefa geldi. Bu kız hangi takımı tutacak? Yani aslında bu bir geleceğe yatırım meselesi. Ebeveynin iki tarafı da ileride kızıyla maça gitmeyi ve evde Galatasaray-Fenerbahçe maçı seyrettikten sonra diğerine kızıyla birlikte "Ahaha, nasıl geçirdik!" yapma hayalleri kuruyor. Annenin kızına şarkı diye Fenerbahçe marşları söylediği günü tesadüfen fark ettiğim gün savaş ilan edilmişti ama herkes soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Artık saklayacak bir şey yok. Niyetler ve amaçlar belli. Biz kendi aramızda bu ufak çekişmenin kazanan tarafı olmaya çalışırken Zilli Prenses ne yapıyor? İki kulübün talip olduğu futbolcu şımarıklığını sonuna dek kullanıyor. Annesi Fenerbahçe için tezahürat yapmasını istediğinde "Babam bana "En büyük Galatasaray" demem için top Mozart veriyor" diyerek ortalığı kızıştırıyor. Bu kadar mı? Tabii ki hayır. Arabada giderken annesinin arkada, yanında oturmasını isteyen kızım "Yanıma oturursan Fenerli olurum" diyerek tersten milli marş söyletecek kadar sıkıştırıyor kadını. Dondurma yemeye giderken de "Baba, en büyük Galatasaray, değil mi?" diye sorup iki top yerine üç top yemeyi garanti altına alma çabası da takdire şayan.

Müzik. Kızımın uğraşmasını en çok istediğim şey. Mutlaka bir enstrüman çalsın diye ne adaklar adadım, şu yaz mevsiminde ne sivrisinekler kurban ettim. Enstrüman için erken ama şarkı söylemeye bayılıyor. Tanıdık şarkılara eşlik etmeye bile başladı. Mesela olimpiyatlarda 200 metre kelebek ödül törenini seyrederken, altın madalyayı alan Güney Afrikalı Chad le Clos'un bizim basının tabiriyle milli marşını tüm dünyaya dinlettiği anda, kızım da heyecanla bana koşup "Baba! Ali Baba çalıyor!" diye sevinç çığlıkları attı. Kulağı çok iyi, çok!

Araya ufak bir bilgilendirme gireyim. Karikatürlerde ve eski Türk filmlerinde çok rastlanılan kadınlar hamamı sahnelerini düşünün. Kadınlardan biri mutlaka artık eşek kadar olmuş oğlunu da getirmiştir ve diğer bir kadın da kendisine "Hanım, hanım, kocanı da getirseydin bari" diye serzenişte bulunur. İşte o lafın tonlamasını aklınızın bir köşesine not edin.

Muhterem eşim zahmet etmiş, bize güzel bir mercimek çorbası yapmış ve her zamanki gibi içine biraz sebze katmayı ihmal etmemiş. Canım benim, ne de çok düşünür bizi. Akşam sofraya oturduk. Çorbalarımızı önümüze aldık ve kaşıkları daldırdık. Çok da güzel olmuştu, belirteyim. Kızımız da kaşığını çorbayla doldurup ağzına götürdü, çorbasını yuttu ve annesine dönerek fikrini belirtti. İkinci cümle için o not ettiğiniz tonlamayı kullanın.

Anne bu ne biçim çorba? Kabak çorbası yapsaydın bari!


Çocuğa kabak çorbası diye bir şeyin varlığını öğreten kadına mı kızılır, yoksa annesine, balık lokantasında "Kuru fasulye getir, ıspanak getir" diye espri yapan herifle aynı tavrı yapan kıza mı? Kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.

Pazar, Temmuz 29, 2012

Kıvırcık Çocuk


Yaramaz Kedi

Bir varmış, bir yokmuş. Eski zamanların birinde çok yaramaz bir kedi varmış. Yaramaz kedi bir gün ağaçta bir kuş görmüş. Kuşu yemek için sessizce ağaca tırmanmaya başlamış. Tam o sırada kediyi gören kuş "Aaaaaa" diye çığlık atarak kaçmış. Kedi hönk diye kalmış. Bitti.

Külkedisi

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir prenses varmış. Bu prensesin iki ayakkabısı varmış. Bir gün birini kaybetmiş. Sonra da bulmuş. Bitti.

Bir kelimesine bile dokunmadım, bir tane bile eklemedim. Her gün böyle progresif masalları dinlerken, başlasa da çevirsem dediğim Once Upon A Time hiç sezon arası vermemiş gibi geliyor bize de. İyi oluyor.

Zilli Prenses'imin isyankâr hâlleri de ciddi bir metamorfoz döneminde. Eskiden "Hayır baba!", "Of be anne!" şeklinde gösterilen tepkilerin yerini duymazdan gelmeler hatta ara ara "Müdür bu, buna konuş" der gibi arkasını dönüp gitmeler aldı. Sevgili kızımızla birlikte yemeğe gittiğimiz bir gün, hanımefendileri yedikleri miktarın yeterli olduğuna karar verip artık yemeyeceğini dile getirdi. Olayın varacağı noktayı iyi bilen anne de hemen "Biraz daha ye kızım" diyerek Zilli Prenses'i üstü kapalı olarak, bir somun ekmeği alıp masadan kaçmaması konusunda uyardı. Tam o sırada gelen garson da "Tabağınızı alayım mı?" diye ebeveyn kısmına bir soru yöneltti. Kendisine tamam dedikten sonra da olaya üçüncü ses karıştı.

-Benimkini de alabilirsin.

Sonuç: Panikle tabağı kurtarmaya çalışan ve o arada çatalı havaya uçuran bir baba ve olayın şokunu atlatamadan dili döndükçe "Eki, hebele, yok, hö, mav!" nidalarıyla garsona engel olmaya çalışan anne.

Anne olayın şokunu bir süre atlatamamış olacak ki, yemekten sonraki yürüyüş faslımızda karşıdan gelen çocuk kaldırımda tökezleyince kendi düştü sanıp bir yerlere tutunmaya çalıştı. Kıvırcık Çocuk bile annesi akşam akşam kaldırımda niye Hokey Pokey dansı yapıyor diye baktı.


Cumartesi, Haziran 30, 2012

Hayat, Vapurlar Falan


Sevgili kızım emin adımlarla diktatörlük yolunda ilerlerken, karı-koca olarak darbe yapmanın uygun bir zamanını nafile de olsa kolluyoruz. Ailenin yönetim şekli konusundaki ikazlarımızı şarkılar, şiirler ve nostaljik sohbetlerle geçirmeye çalışıyor ama eminim bir gün bizim de söz hakkımız olacak. Umutluyuz. Benim de eşimin hakkı en azından bir günü "Chucky bu, yemin ederim Chucky'yi doğurmuşum" diye duvara kafa atmadan geçirmek.

Hanım kızımızı arabaya oturtan anne, kemerini kendi bağlamak istiyor diye 5 dakika ağaç olur, nihayet kemer faslı bittikten sonra kızının kapısını kapatır ama tam kocasının yanına oturmak için ön kapıyı açarken arkadan fırça gelir.


-Heeeey, yanıma otur dedim sana!!

Baba, kızıyla  bir saat oynadıktan sonra evin geçimini sağlamak için çalışmaya oturur ve içeriden koşturarak kaşları çatık kız gelir.

-Sinto sana çalışma diyorum!

Makarnanın üzerine yoğurt koymanın hem faydalı hem de güzel bir şey olduğunu anlatmaya çalışmak da boşuna. Tek kaşını kaldırıp bakar ve Horatio Caine tonlaması-Sörf reklamındaki Rüştü ifadesi karışımıyla son noktayı koyar.

-Yoğurt koymam, ben soğuk yemem.

Şükür ki "Ay ne dominant çocuk, zekâsından böyle yapıyor, üstelik lider ruhlu" falan gibi sanrıları olan bir ebeveyn değiliz. Çocuğumuzun ne kadar saftirik olabildiğini ilk elden yaşayıp suratına gülmemek için başka tarafa tüyecek kadar aklı başındayız. Yoksa "Yarın okulu kırıp Eminönü'ne gidelim mi?" diye sorduğum çocuğun "Hihohahaha, parçalayalım baba. Bir daha gitmem" veya "Niye eminmiş önü?" cevaplarına "Espri yapıyor, ne zeki çocuk" demeyi ben de bilirdim ama malzeme belli.

Ama çocuğumun gözünde ben çok büyük adamım onu anladım. İskelede beklerken yeni vapurlardan birinin geldiğini görünce "Aaa yenilerden geldi" dememin ardından kızım bana "Senin yeni vapur bu mu baba?" diye sordu. Sonra da Karaköy tarafında duran emektar vapuru gösterip "Bu da eskisi mi? Onu verdin mi?" diye sordu. Çok büyük adamım ben çok, gemiciklerim falan var.

Cumartesi, Mayıs 26, 2012

Menfaat Dünyası

Benim sevgili kızım ebeveyninden daha başarılı bir şekilde hayata alışıyor ve uyum sağlıyor. Manipülasyon, maiyetinin damarlarına özel şerbet üretimi ve köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyebilme ihtimalini sevdirme  gibi mesleklerde başarılı olacağına dair sinyaller alıyoruz. Uzatmadan örneklerimize geçelim.

Sevgili Zilli Prenses'in akşam yemeğinden sonra patlamış mısır yemek için yine hararetle annesi ve babasıyla pazarlığa oturduğu ve ana yemeğin sebze olduğu bir akşamda, muhterem eşim önündeki sebzeyi bitirmesi karşılığında babanın patlamış mısır yapacağını kendisine iletti. Sevmediğinden değil ama sebze yani, fazla söze gerek yok. Çocuk yemeğine devam etti. Bu arada kızıyla birlikte sebze keyfini(!!!) paylaşan baba yine meşhur sululuğunu yapmaya başladı.

-Baba seni ne kadar seviyor kızım?
-(Eller açılarak) Çooook!

Bu oyunumuzda doğal olarak babadan sonra anne aynı rutine giriyor.

-Anne seni ne kadar seviyor kızım?
-Az çok.
-(Zagor okumuş olanlar buraya Çiko tepkilerini koyabilir)

Yağmurlu bir günde cadde gezisi yaparken ve kızımız için şemsiye ararken ufak birkaç ani koşma dışında her şey normal gidiyordu. Yağmur altında el ele gezen ve zıplayan anne-kız manzarası. Bir romantik-komedi fon müziği eksikti. Uzun aramalar sonucunda şemsiye de bulundu. Sweatshirt ve yağmurlukla gezen kızım şemsiyesini de eline alarak caddede havasını atmaya başladı. Bir şemsiye de anneye alındı ancak evden yaz delisi gibi çıkan kadın normal olarak üşümeye başladı. Atını kaybetmiş Bo Derek hâlinde kızın ağır adımlarıyla yürümekten sıkılan üşümüş kadın, kızına seslendi.

-Kızım hadi biraz hızlı yürü, ben üşüyorum.
-Ben üşümüyorum.
-(Zagor okumuş olanlar buraya Çiko tepkilerini koyabilir)


Baba için her şey güllük gülistanlık gibi bir imaj vermek istemem. Kızımın, zihninde beni nasıl bir kalıba oturttuğu konusundan hâlâ emin değilim ve bazen endişelerimin yersiz olmadığını görüyorum. Çünkü salona kahve götürürken yarısını da mutfağa döken babasına yerdeki öbekleri gösterip "Baba niye tükürdün?" diye soran bir çocuk ben görmedim, duymadım.


Son olarak da çocuğumun müzikal dehasıyla övünme faslı var. Okulda öğrendiği şarkıları evde bizlere Repeat+Shuffle şeklinde söyleyen evladım 19 Mayıs etkinlikleri çerçevesinde öğrendiği İstiklal Marşı'nı bizlere duyurmak için karşımıza geçti. "Hazrol!!" komutunu da kendine verdikten sonra milli marşımız evde yankılanmaya başladı.

Kooorkmaaa seeeen Muuustafaaaaaaa...


Mustafa her kimse, artık hiçbir şeyden korkmuyor çünkü kızım nöbette.

Pazartesi, Nisan 23, 2012

Serbest ve Grekoromen Çağrışım


Çocuk mantığına ne kadar hayran olduğumu takip edenler ve tanıyanlar iyi bilir. Yetişkinlerin kafa patlattığı veya isimlendirmeye çalıştığı şeylere ters köşe yaklaşımlar ve yorumlar hangimizi dumur semalarında kısa bir gezintiye çıkarmadı ki? Bizim Zilli Prenses de yeni kavramlar öğrendikçe mevcut bildikleriyle birleştirmekten hiç çekinmiyor. Bu doğrudan veya dolaylı çağrışım yoluyla olabilir, ikisine de hazırlıklı olmak faydalıdır. İki örnekle konuya açıklık getireyim.

Ev işlerinde annesine yardım eden züccaciyeci fili siluetindeki kızım, muhterem eşim bizim yatak odasını toplamaya çalışırken havuzu boşaltan musluk misali annesinin peşinden gerekli düzeltmeleri yapması esnasında geçen yaz çektirdiğim akciğer röntgenini dolabın yan tarafında buldu. Çocuk tabii, meraklı. Hemen yerinden çıkarıp annesine meşhur "Bu neeee?" sorusunu sordu. Öğreten anne de akciğer filmi olduğunu küçük hanıma bildirdi ve kızım kısa bir süre düşündükten sonra cevabı verdi. "Hmmm, ben onu izlemedim." Annedeki Cartman bakışını ölümsüzleştiremediğime yanarım.

Geçelim ikinci örneğe. Zilli Prenses'in okuldan eve yatıya getirdiği grip kardeş beni de kendisine yakın hissedip içime işlemeye başladığında çeşitli vitaminlerle kendisinden korunmaya çalıştığım bir dönemdi. Grip olmak üzereyken veya olduğumda normalde yiyip içmediğim şeyleri canım çeker. O gün de akşam yemeğinde ta doğum gününden kalma açılmamış bir şişe Fanta gözüme ilişti. Akşam yemeğinde şişeyi sofraya getirdim ve anlamsız bir keyifle içmeye başladım. Zilli Prenses'im de merak etti tabii ve tadına bakmak istedi. "Höt, sen çocuksun, olmaz öyle şey! Büyü de gel!" tarzında bir babalık yapmadığımı herkes anlamıştır. Sevmeyeceğinden de emin olduğum için hiç çekinmeden tadına bakmasına izin verdim. İnsanın çocuğunu tanıması iyi bir şey. Sevmedi tabii ama asıl bunu dile getiriş şekliydi yemeğin nefes boruma kaçmasına sebep olan.

Fanta sevmiyorum, panda da sevmiyorum!

Her ne kadar görgü kurallarına uyan bir çocuk yetiştirmeye çalışsak da, kızımızın çok da hanım hanımcık olduğunu iddia etmiyoruz, edemiyoruz. Misal yeni tanıştığı Mert adındaki bir velet. Mert ismini söylerken genelde çocukların ve yetişkinlerin tonlaması bellidir. E harfi inceltilerek veya uzatılarak hatta bazen İ'ye benzeyen şekilde ağızdan çıkabilir. Ama bugüne kadar adı Mert olan birine "Vaaaaart" diye seslenen herhangi bir çocuk veya yetişkin görmedim. Bizdeki incelik de bu kadar.

Pazartesi, Nisan 09, 2012

Ben Tek Siz Üçünüz

Mahallede top oynayıp da şu kalıbı çeşitli şekillerde duymayan veya kullanmayan yoktur diye tahmin ediyorum. İki taş arası kaleye gol atmaya çalışırken kolaydı tabii hayat. Sıkıysa 35 yaşlık farka rağmen her lafıyla, tırnak yediren özgüvenini dağlara taşlara haykıran kıvırcık bir zilliye anlatın derdinizi.

Ailece oturduğumuz yerde pek kalamadığımız için oyunlarımız da genelde fiziksel kalıplar içerisinde gerçekleşiyor. Kaydırakta kartopu etkisi yaratma, koltuktan ters atlama veya üç deyince birbirimize doğru bağırarak koşup göğüs tokuşturma gibi baba-kız-anne-köpek oyunlarımız var. Köpek nasıl oynuyor bunları kısmının kurcalanmamasını özellikle rica ediyorum. Tabi genelde oyunların kuralları, kural değişiklikler ve süreleri Zilli Prenses tarafından belirleniyor. Son zamanlarda kızım nihayet dans sevmeye başladı. Şimdi dans deyince herkesin kafasında kısmen zarif hareketler ve müzikle ahenkli kıvırmalar imajı oluşuyor. Bizde öyle değil. Bizim danslarımızda, üç gün önce avlanmış mamuttan kalan son et parçasını paylaşamayan mağara adamlarının medeniyeti ve zarafeti var. Uzatmayayım, okuldan gelen Zilli Prenses o günkü dans dersinin de etkisiyle annesiyle beni hemen mutfağa çağırdı. Amacımızın ne olduğunu sorduğumuzda "Dans edeceğiz ama bekleyin" cevabını aldık. İyi, en azından başımıza sert bir şey gelmeyeceği kesinleşti. Hemen salona koşan küçük hanım sandalyesini de getirdi ve mutfağın ortasına koydu. Dekora niye ihtiyacımız olduğunu anlamaya çalışırken küçük dev koreograf annesini ve beni arzu ettiği stratejik noktalara yerleştirdi. Sakin bir havayla sandalyesine oturdu ve "Şimdi dans edin" diye buyurdu. Annesiyle bakışırken aklımızdan geçen tek düşünce vardı.

"Lan yapmazsak silah çekip ayaklarımızın etrafına sıkmaya başlar mı?"

Fofocuğum da artık tekmili kime vereceğini öğrendi. Bir zamanlar evde beni reis, muhterem eşimi de aziz ve sadık dostu olarak bilirdi. Sabah sesimizi duyar duymaz odanın kapısına gelip dışarı çıkmak için en Küçük Emrah hâliyle bakardı. O da kalmadı artık. Sabah önce Zilli Prenses'e tekmil veriliyor. İşini o kadar ciddiye alıyor ki sabaha karşı yanımıza gelen küçük hanımı yatağında bulamayınca "Oğlum Fofo, günaydın canım, güzel oğlum benim" diye kafasını okşayana dek odasında bekliyor pis dönek.

Dondurma hâlâ ve iyi ki en sevdiğimiz tatlı. Hele anne elinden çıkmış taptaze dondurmanın üstüne tanımıyoruz. Övünmek gibi olmasın hanım biraz hamarattır. Zilli Prenses'in kâsesine koyduğum dondurma kısa süre içinde silip süpürülüyor. Boş kâseyle masada oturan canavar babasının kâsesine göz dikiyor ve korkudan nefes almadan bitirmiş olan babaya "Ne? Hepsini bitirdin mi?" diye fırçayı kayıyor. Bitti mi? Bitmez. Annenin kâsesinde hâlâ dondurma kaldığını öğrenip masadan kalkıyor ve az önce babasına posta koyan kendisi değilmiş gibi "Anneciğine" bir kaşık dondurma yediriyor. Bundan sonraki taktik süper.

-Anne sen dondurma sever misin?
-Evet kızım severim.

-Hmm, ben de çok severim.
-Peki kızım.

Ama benim dondurmam kalmadı anne.
Kâsem boş, hepsi bitti.


Herhâlde sonucu söylememe gerek yok.

Salı, Mart 20, 2012

İmaj Her Şeydir


Böyle bir Dallas, Yalan Rüzgârı havasında günler yaşıyoruz. Damarlarımızın cinsine göre verilen şerbete bağışıklık kazanamadığımız gibi her seferinde ilk defa enjekte ediliyormuş gibi şen şakrak oluyoruz.

Saçını boyatan anneye ilk tepki olarak "Beğenmedim" diyen Zilli Prenses, olayın üzerinden henüz on dakika geçmişken ve anne hâlâ kulaklarından duman sızdırıyorken, ele geçirmesi gereken çikolata için mutfaktaki cefakâr kadına "Anne saçını çok beğendim" şeklinde lafa girebiliyor. Veya "Babacığım yeni tişört almışsın, ne güzel. Çok beğendim" deyip sarıldıktan sonra "Bu akşam salonda yatayım" diyebiliyor. Kesinlikle taviz vermiyoruz dememi bekleyenler varsa ebeveynlik eğitimi vermeye çalışan bloglara geçsinler. Buradan size faydalı bilgiler çıkmaz.


Her zaman etraftaki tecrübeli ebeveynler uyarıda bulunur. Çocuğun yanında konuşurken dikkatli olun çünkü olmadık yerde rezil olursunuz. Ama her zamanki gibi eksik bilgi verilmiş bize. Bu olay iki yönlü işliyormuş. Zilli Prenses okulda gördüklerini evde canlandırma ihtiyacı hissedince ortaya çıkan manzara uykularımızı kaçırmaya başladı. Diğer veletlerin okula yansıttığı durumlar bizim ailede tuhaf mizansenlerin oluşmasına yol açtı. Örneğin dondurma yerken hayvanlar hakkında yapılan bir sohbet esnasında inek, eşek, köpek, Fofo derken aniden brutal vokal moduna geçen kızım önce hayvan dedi, sonra da "Anne sen hayvansın" ile konuya noktayı koydu. Kaşığı yutan baba bir taraftan yaşam mücadelesi verip diğer taraftan kızına bunun ayıp bir şey olduğunu anlatmaya çalışırken hanım kızımız hızını alamadan dönüp "Baba annem hayvan!" diyip gülmeye başladı. Çocuğa kızmanın alemi yok, arkadaşlarını suçlamanın zamanı değil (evet itiraf edin ebeveynler, onun da zamanı gelecek), "Aman canım unutur" demenin sırası hiç değil. Şimdi bu olayı burada keselim. Başka bir örnek de geçen akşam benimle ta en başta sözünü ettiğim nerede yatsam pazarlığı esnasında vuku buldu. Salonda mı yatayım, odamda mı yatayım, annemlerin yatağına mı konuşlanayım pazarlığı yapan Zilli Prenses'e yatağımda yatmak istediğimi, o nedenle bizim odada yatma seçeneğinin zaten bu tartışmanın konusu olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Hanım kızımız yine o meşhur gazlardan birine geldi ve bana salonda yatmamı söyledi. Diyalog aynen şöyle gerçekleşti.

-Kızım niye salonda yatayım, manyak mıyım?
-Evet.

-Saçmalama.
-Baba salonda yatar.

-Kızım ne diyorsun? Salonda mı yatıyor senin baban?
-Evet.

Şimdi iki olayı birleştirip çocuğu okula gönderelim. "Akşam dondurma yedim", "Fofo eve işedi" ve "Burnumda sümük var" gibi olayları anlatan kızımızın okulda çizdiği baba imajı. Ben karısına hayvan diyen ve muhtemelen fırçayı yedikten sonra salonda yatan bir babayım. Alın size mutlu bir aile.

Salı, Şubat 28, 2012

Dışlanıyorum

İki yaş sendromu adındaki felaket yavaş yavaş, zihinlerimizde yıllar önce izlediğimiz iyi bir korku filminin akılda kalan sahneleri hâline gelmeye başlarken yaklaşan diğer tehlikeyi irdelemeyi ve hatta ona hazırlanmayı ihmal etmişiz. Karakteri şekillenmeye başlamış kız çocuğu! İtiraf ediyorum, sevgili Uyuznaz'ım beni neredeyse tamamen çözdü ve şimdi o çok sevdiği oyun hamurlarına yaptığının aynısının daha sertini bana uygulayarak, bu yaşımdan sonra beni yeni bir şekle sokuyor.

Planın ilk aşamasında anladığım kadarıyla babayı özel hayattan tamamen ve tez zamanda soyutlamak var. Okulda ne yaptığını anlatmayan, sorulduğunda konuyu değiştiren, kuzenleriyle, arkadaşlarıyla veya yakınlarıyla bile neler yaptığını babaya anlatmayan bir çocuk var karşımda ve henüz bana koyduğu bariyerleri aşmayı beceremedim. Diyaloglarımız genelde şu şekilde geçiyor;

-Kızım ne yaptın bugün jimnastikte?
-Baba Yiğit Kaan okulda mı?

-Neler oynadınız anneanneyle?
-Hadi koşalım baba, koş!

-Anneyle neler yaptınız?
-Baba Top Mozart var mı?

Zorlamak olmaz tabii. Niye olmaz bilmiyorum ama olmazmış. İsterse anlatacakmış. Kendi özeli olmalıymış. Olsun tamam. Ama niye o özel sadece bana onu anlamıyorum? Sitenin kapısından girerken güvenlik görevlisine okulda, sokakta yaptığı her şeyi, selamlaşmadan hemen sonra anlatıyorsa bunda bir terslik olduğunu düşünmem anormal değildir herhâlde.

Tuhaf da gelse Zilli Prenses'in tavırlarındaki değişimi izlemek hoş oluyor. Giyim mağazalarında kıyafetleri alıp üzerine tutması, babasının büyük bir hevesle gösterdiği tişörte bakıp "Hayır, beğenmedim" diyerek arkasını dönüp gitmesi, pili bitmek üzere olan tableti uzatıp "Baba şunu şarja koyar mısın?" demesi, öğrendiği şarkıların sözlerini ve melodilerini düzgün ve eksiksiz ellişer kez söylemesi ve hepsinin koreografilerini öğretmesi gibi.


Ebeveynlik aslında tamamen bir öğrenme süreci. Mesela bizim bu ay öğrendiklerimizi şöyle bir gözden geçireyim. Özgüveni oturmaya başlayan çocuk lokantada hesap ister, paket serviste beklerken kaşla göz arasında kaybolup elinde lolipopla çıkagelir ve "Baba bak, şeker kopardım nihaha" der, arabaya yerleştikten sonra ama kontağı bile çevirmeden önce "Hemen kemerini tak baba, arabada kemersiz olmaz" şeklinde sert bir dille uyarır, annesiyle dışarı çıkarken evde kalan babaya sulu boyası bittiği için evde kalmasını ve yenisini almak için çalışmasını buyurur. Ha bir de fotoğraf makinesine mercek adaptörü almak isteyen babaya "Ne gerek var ki? İhtiyacın yok" diye mağazanın ortasında kapağı takar.

Cumartesi, Şubat 04, 2012

Ergenlik Provası


Olmuyor.


Yapamıyorum işte. Kim ne derse desin faydası olmuyor.  Kabullenemiyorum. Kızımın büyüdüğünü kabullenemiyorum.Günden güne her şeyin daha fazla farkında olmasını, daha başına buyruk olmasını ve mütemadiyen evde birine posta koymasını kabullenemiyorum. Ben çenesini öpmek için saldırdığımda "Bir dakika baba, Rio seyrediyorum" demesini, odasını toplamasını istediğimde "O zaman tableti tut, bir yere gitme" diye ferman buyurmasını veya "Yerim seni kız!" dediğimde "Hayır baba, ben yemek değilim" gibi naturalist tavırlar takınmasını kabullenemiyorum. Yuvadakiler bile dalga geçmeye başladı. Artık biraz daha uzun kalsın mı diye sorduğumda "Hehehe siz nasıl dayanacaksınız Sinto Bey?" cevabını alıyorsam durum vahamet eşiğini aşmıştır.

Ama büyüdüğünün yüzüme tokat gibi çarptığı an bunların hiçbiri değil. Geçtiğimiz hafta Zilli Prenses'i  öğlen okulundan aldım ve arabada sohbet ede ede eve doğru yol alırken her zamanki soru-cevap oyunumuzu oynamak istedim. Aslında oyun da değil, soruları ve cevabı belli olan bir sohbet. Kızıma arada bir arka arkaya babasının meleği, prensesi, güzeli ve bilumum babaların kızlarına layık gördüğü sıfatlar kim diye sorarım ve o da heyecanla "Ben!!!" diye cevap verir. Yine saydırmaya başladım.

-Babasının meleği kim?
-Ben. (Bunu her zamanki heyecanıyla değil de biraz durgun söyledi. İyimser bir baba olarak okul yorgunluğuna verdim.)

-Babasının prensesi kim?
-Ben. (Aynı durgunluk devam. Bir terslik olabilir.)

-Babasının aşkı kim?
-Ben. (Lan bir terslik var. Dur şunu şaşırtayım)

Sonraki soruyu otopark kapısının açılmasını beklerken arkaya dönüp sordum ve o korkunç yanıt ve manzarayla karşılaştım.

-Baba seni ne kadar seviyor?
-Ben.

Evet, kızım camdan dışarı bakarken hiç istifini bozmadan ezberden cevap veriyordu. Beni dinlemiyordu bile. Hatta "Yine başladı bu moruk" diyordu içinden, bundan eminim. Hemen annesine koşup olayı anlattım ve ikinci darbeyi orada aldım.

-Hı-hı, evet canım. Büyüyor işte.

Dedi ve gitti.

Sevgili kızım nedense geceleri zamanında ve deliksiz bir uyku çekmemekte ısrarcı. Ya sıkılır yanımıza gelir ya su ister ya da sadece ilgi ister. Suyu ve ilgiyi aynı anda istediği zamanlar evde hareketlenme oluyor çünkü sudan sorumlu devlet bakanlığına ben atandım. Hanımefendi odasında "Anne!" diye seslendiğinde yanına giden sevgili eşim tekmilini verdikten sonra "Baba su!" talebi evin duvarlarında yankılanır. Tam da o gece suyunu odasına koymayı unutmuşum. Odadan çıkıp mutfağa doğru giderken bugün hâlâ öğrenemediğim bir sebepten dolayı Fofo'yu tuvaletten çıkarken gördüm. Sabahın beşinde ilk bakışta jeton düşmediği için tuvaleti iki adım geçtikten sonra geri dönüp sıpayı salona doğru kovaladım. Mutfakta kızımın suyunu doldurup geri dönüş yoluna girdim ve demin salona postaladığım köpek bu sefer de küçük tuvalete girmiş, lavabonun altından sinsi sinsi bana bakıp onu görmeden geçip gitmemi bekliyordu. En son kendisini kapısı kapalı tuvaletin önünde yatar hâlde bulan muhterem eşim çareyi yatağını oraya taşımakta buldu. Tuvalet saplantılı köpek. İki saat önce yatağında yatıyordu. Manyak.

Bu arada öğretmenlerinin dediğine göre kızım müziği seviyormuş. Nasıl sevindik anlatamam. Sign of the Horn yapıp "Baba kafanı salla" dediğinden beri bu kadar sevinmemiştik. Hâl böyle olunca da kızımın en sevdiği yerlerden biri bizim Coşkun'un oyun odası. Geçenlerde en son bas gitar da çaldıktan sonra kızımın kalbinde ayrı bir yere oturdu. Yine müzik aşkının coştuğu bir anda parka giderken sevinçle bağırdı kızım.

Ben Coşkun'un evinde paket çaldım baba. Coşkun bana paket alacak baba!

Çocuğunun konuşmasını harbiden sadece ebeveyn çözermiş. Yandan geçen adam çocuk paket çaldığına seviniyor diye bana pis pis bakarken ben bagetin ne olduğunu öğrenmiş bir çocuğum olmasının haklı gururunu yaşıyordum.