Pazar, Kasım 05, 2017

Büyümesene be!

Offf, çok olmuş yazmayalı. Aslında Kıvırgıcık okumaya ve internet kullanmaya başladığında yazmayı bırakacaktım ama ne kadar keyif aldığımı gözardı etmişim. Neler neler oldu tabii arada, hayatımızda aşırı köklü değişiklikler gerçekleşti ama buranın konusu sadece Kıvırcık Çocuk olduğu için belki içimden geçenleri başka bir blogda, ileride yazarım. Biz asıl öznemize geçelim. Esas kıza.

Baba evinde vakit geçirmek, ilk başlarda biraz zor gelse de zamanla gayet iyi alışan veledim, oyuncaklarının bir kısmının bende olmasının da etkisiyle, özellikle işim olduğu günlerde birkaç saat kendini oyalayabiliyor (Mucize!). Yine böyle günlerin birinde, salonda harıl harıl iş yetiştirmeye çalışan baba ve bebekleriyle pek de normal olmayan oyunlar oynanan kız ortamında, küçük hanımın temizlik krizi tuttu ve bebeklerini aldığı gibi banyoya soktu. Dikkatinizi çekerim, bebekleri, kendini değil. Baba yoğun, baba yorgun ve koltuktan kalkmaya o anda üşeniyor. İnsanlık hâli yahu. Bir baba, kızından bir soda da isteyemez mi? En naif hâlimle kendisinden ricada bulundum.

-Oyuncağına banyo yaptırdıktan sonra bana da bir soda getirir misin?
-Tamam ama kahve ve dondurmayla ödersin.

Babanın iç sesi: Çüş!

Babanın dış sesi: Lan!

Kızın dış sesi: Bana ne yahu? Bedavaya iş yok.

Babanın iç sesi: Aferin lan, ama ben senin canına okumayı bilirim.

Malumunuz arkadaş doğum günleri önemlidir. Gidilmezse, ertesi gün okulun magazin gazetesinde dedikodular çıkar. Hediye de almak lazım ama o zaten ayrı bir ritüel.

Veletle birlikte hediye almak ve bir şeyler yemek için Akasya'ya gidilir. Dükkânlar tavaf edilir, babanın sakalı uzar, sinirleri laçka olur ama hâlâ bir şey bulunamaz. Yine de keyifli bir baba-kız günüdür. Hiçbir şey bulunamaz ama kısmen kesilmiş ümitlerden, kısmen yorgunluktan sohbet ede ede AVM'de dolaşmaya devam edilir. Belli ki kendi de sıkılmış ve saçma sapan mağazalardan şunu bunu alalım diye işi espriye vurmuş. Akasya'nın yedinci tavafında, köşede hacılık sertifikalarımızı verecek birilerini bulmayı beklerken Kıvırcık Çocuk tekrar alakasız mağaza rutinine döner ama bu sefer kendi silahıyla vurulur.

-Ahahaha, baba, Victoria's Siktir'e bakalım. Belki orada...
-???!!!

-Puhahaha, Victoria's Siktir dedim baba ya.
-Fark ettim kızım. (Püskürmemek için verdiğim çaba çok kısa sürdü)

Bu arada mağazanın artık bizim aramızda böyle anıldığını söylememe gerek yok sanırım.

Bitmedi.

Klasik kahve-ödev programımız için yine kendimizi bir Starbucks'a attık. Ödeve hemen başlanması, bir an önce bitmesi için ikna turlarına başlanır. Hayret, bugün çok uyumlu. Ben kahveleri beklerken, çantasından çıkarıp masaya koymuş bile. Çok gurur duydum, bu kez sadece 19. kez söyleyişimde yaptı.

-Aferin kızım, hemen hazırlanmışsın ödev için.
-İlhami Ahmet'ten örnek aldım baba.

Bilmeyenler ve babaya acıma etkinliklerine katılmak isteyenler için; https://okul.com.tr/ilkokul/istanbul/ilhami-ahmet-ornekal-ilkokulu-3951

Tamam bu son. Ama anlatmazsam, derdimi paylaşmazsam çatlarım. 'Ay ne güzel, hâl ve gidişat bana benzemeye başladı' diye sevinirken, o ünlü 'Ne dilediğine dikkat et' uyarısını seri tokatlar hâlinde yüzüme çarpan vakayı anlatmadan olmaz.

Aynı ödevin devamı için masada karşılıklı oturuyoruz. Baktım her şey yolunda, çatır çatır yapılıyor. Dedim biraz hava alayım. Evet, sigara içeceğim, ne var? Konumuz o değil. Sevgili kızıma iki dakika kapının önüne çıkacağımı söyledim. Kısa bir an bakıştık, itiraz bekledim, sadece 'Peki baba' dedi. Kıllanmam gerekirdi.

Kalktım, kapıya doğru yöneldim. Arkadan acıklı ve yüksek bir ses geldi. 'Baba gitmeeeeee!'

Donup kaldım. Bütün Starbucks ahalisi 'Vay şerefsiz!' düşünce balonlarıyla bana baktı. Nutkum tutuldu. Çocuğa bakakaldım. Çocuk püskürerek masaya yapıştı ve tepine tepine gülerken 'Git hadi git' der gibi elinin tersini salladı. Ve Lucifer düşüncelerime girip 'Yüksek sesle değil ama içinden söyle, rahatlarsın' dedi.


Piç kurusu!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder