Pazartesi, Nisan 23, 2012

Serbest ve Grekoromen Çağrışım


Çocuk mantığına ne kadar hayran olduğumu takip edenler ve tanıyanlar iyi bilir. Yetişkinlerin kafa patlattığı veya isimlendirmeye çalıştığı şeylere ters köşe yaklaşımlar ve yorumlar hangimizi dumur semalarında kısa bir gezintiye çıkarmadı ki? Bizim Zilli Prenses de yeni kavramlar öğrendikçe mevcut bildikleriyle birleştirmekten hiç çekinmiyor. Bu doğrudan veya dolaylı çağrışım yoluyla olabilir, ikisine de hazırlıklı olmak faydalıdır. İki örnekle konuya açıklık getireyim.

Ev işlerinde annesine yardım eden züccaciyeci fili siluetindeki kızım, muhterem eşim bizim yatak odasını toplamaya çalışırken havuzu boşaltan musluk misali annesinin peşinden gerekli düzeltmeleri yapması esnasında geçen yaz çektirdiğim akciğer röntgenini dolabın yan tarafında buldu. Çocuk tabii, meraklı. Hemen yerinden çıkarıp annesine meşhur "Bu neeee?" sorusunu sordu. Öğreten anne de akciğer filmi olduğunu küçük hanıma bildirdi ve kızım kısa bir süre düşündükten sonra cevabı verdi. "Hmmm, ben onu izlemedim." Annedeki Cartman bakışını ölümsüzleştiremediğime yanarım.

Geçelim ikinci örneğe. Zilli Prenses'in okuldan eve yatıya getirdiği grip kardeş beni de kendisine yakın hissedip içime işlemeye başladığında çeşitli vitaminlerle kendisinden korunmaya çalıştığım bir dönemdi. Grip olmak üzereyken veya olduğumda normalde yiyip içmediğim şeyleri canım çeker. O gün de akşam yemeğinde ta doğum gününden kalma açılmamış bir şişe Fanta gözüme ilişti. Akşam yemeğinde şişeyi sofraya getirdim ve anlamsız bir keyifle içmeye başladım. Zilli Prenses'im de merak etti tabii ve tadına bakmak istedi. "Höt, sen çocuksun, olmaz öyle şey! Büyü de gel!" tarzında bir babalık yapmadığımı herkes anlamıştır. Sevmeyeceğinden de emin olduğum için hiç çekinmeden tadına bakmasına izin verdim. İnsanın çocuğunu tanıması iyi bir şey. Sevmedi tabii ama asıl bunu dile getiriş şekliydi yemeğin nefes boruma kaçmasına sebep olan.

Fanta sevmiyorum, panda da sevmiyorum!

Her ne kadar görgü kurallarına uyan bir çocuk yetiştirmeye çalışsak da, kızımızın çok da hanım hanımcık olduğunu iddia etmiyoruz, edemiyoruz. Misal yeni tanıştığı Mert adındaki bir velet. Mert ismini söylerken genelde çocukların ve yetişkinlerin tonlaması bellidir. E harfi inceltilerek veya uzatılarak hatta bazen İ'ye benzeyen şekilde ağızdan çıkabilir. Ama bugüne kadar adı Mert olan birine "Vaaaaart" diye seslenen herhangi bir çocuk veya yetişkin görmedim. Bizdeki incelik de bu kadar.

Pazartesi, Nisan 09, 2012

Ben Tek Siz Üçünüz

Mahallede top oynayıp da şu kalıbı çeşitli şekillerde duymayan veya kullanmayan yoktur diye tahmin ediyorum. İki taş arası kaleye gol atmaya çalışırken kolaydı tabii hayat. Sıkıysa 35 yaşlık farka rağmen her lafıyla, tırnak yediren özgüvenini dağlara taşlara haykıran kıvırcık bir zilliye anlatın derdinizi.

Ailece oturduğumuz yerde pek kalamadığımız için oyunlarımız da genelde fiziksel kalıplar içerisinde gerçekleşiyor. Kaydırakta kartopu etkisi yaratma, koltuktan ters atlama veya üç deyince birbirimize doğru bağırarak koşup göğüs tokuşturma gibi baba-kız-anne-köpek oyunlarımız var. Köpek nasıl oynuyor bunları kısmının kurcalanmamasını özellikle rica ediyorum. Tabi genelde oyunların kuralları, kural değişiklikler ve süreleri Zilli Prenses tarafından belirleniyor. Son zamanlarda kızım nihayet dans sevmeye başladı. Şimdi dans deyince herkesin kafasında kısmen zarif hareketler ve müzikle ahenkli kıvırmalar imajı oluşuyor. Bizde öyle değil. Bizim danslarımızda, üç gün önce avlanmış mamuttan kalan son et parçasını paylaşamayan mağara adamlarının medeniyeti ve zarafeti var. Uzatmayayım, okuldan gelen Zilli Prenses o günkü dans dersinin de etkisiyle annesiyle beni hemen mutfağa çağırdı. Amacımızın ne olduğunu sorduğumuzda "Dans edeceğiz ama bekleyin" cevabını aldık. İyi, en azından başımıza sert bir şey gelmeyeceği kesinleşti. Hemen salona koşan küçük hanım sandalyesini de getirdi ve mutfağın ortasına koydu. Dekora niye ihtiyacımız olduğunu anlamaya çalışırken küçük dev koreograf annesini ve beni arzu ettiği stratejik noktalara yerleştirdi. Sakin bir havayla sandalyesine oturdu ve "Şimdi dans edin" diye buyurdu. Annesiyle bakışırken aklımızdan geçen tek düşünce vardı.

"Lan yapmazsak silah çekip ayaklarımızın etrafına sıkmaya başlar mı?"

Fofocuğum da artık tekmili kime vereceğini öğrendi. Bir zamanlar evde beni reis, muhterem eşimi de aziz ve sadık dostu olarak bilirdi. Sabah sesimizi duyar duymaz odanın kapısına gelip dışarı çıkmak için en Küçük Emrah hâliyle bakardı. O da kalmadı artık. Sabah önce Zilli Prenses'e tekmil veriliyor. İşini o kadar ciddiye alıyor ki sabaha karşı yanımıza gelen küçük hanımı yatağında bulamayınca "Oğlum Fofo, günaydın canım, güzel oğlum benim" diye kafasını okşayana dek odasında bekliyor pis dönek.

Dondurma hâlâ ve iyi ki en sevdiğimiz tatlı. Hele anne elinden çıkmış taptaze dondurmanın üstüne tanımıyoruz. Övünmek gibi olmasın hanım biraz hamarattır. Zilli Prenses'in kâsesine koyduğum dondurma kısa süre içinde silip süpürülüyor. Boş kâseyle masada oturan canavar babasının kâsesine göz dikiyor ve korkudan nefes almadan bitirmiş olan babaya "Ne? Hepsini bitirdin mi?" diye fırçayı kayıyor. Bitti mi? Bitmez. Annenin kâsesinde hâlâ dondurma kaldığını öğrenip masadan kalkıyor ve az önce babasına posta koyan kendisi değilmiş gibi "Anneciğine" bir kaşık dondurma yediriyor. Bundan sonraki taktik süper.

-Anne sen dondurma sever misin?
-Evet kızım severim.

-Hmm, ben de çok severim.
-Peki kızım.

Ama benim dondurmam kalmadı anne.
Kâsem boş, hepsi bitti.


Herhâlde sonucu söylememe gerek yok.