Cuma, Aralık 23, 2011

Aşağıdakiler ve Yukarıdaki

Son bir aydır savaştığımız hastalıkları üzerimizden atmaya başladık. Evin kızları yavaş yavaş düzeliyor. Tabii bu dönemi mecburen evde geçirmek zorunda kalan Zilli Prenses bize yeni malzemeler vermeye devam ediyor. Kızımın içindeki dominant ve kuralcı varlık da iyice yüzünü göstermeye başladı. Hâlâ ciddi bir Tembel Kasaba ve Hayal İzcileri hayranı olan sevgili kızım şarkıları ezberlemeye başladı. Bir yandan söyleyip bir yandan kendince zarif figürlerle dans ederek eşlik ediyor. Arada gaza gelip potpuri yapıyor. Baba kişisi de boş vaktini kızıyla değerlendirmek için kendisine sevdiği bir Tembel Kasaba şarkısıyla yaklaşma teşebbüsünde bulunur. Fakat hanım kızımız küçümser bir tavırla kafasını bile tam olarak çevirmeden babasına cevap verme zahmetine girer.

-O şarkıyı demin söylediler.

Monitörün arkasından yükselen anne kafası, kısa süren şaşkınlık ve annenin kıs kıs gülmesi. "Kapağını alayım mı hayatım?" diye yardım bile teklif etti canım! Ama etme bulma dünyası diye boşuna dememişler. Birkaç saat önce salondaki masanın üzerine çıkmış ağaç süsleyen kızımıza annesi "Yerim hüleyn beni seni bücür" diye hamle yaptı. Hedef belliydi. Popodan bir ısırık alınıp sonra neresi rastgelirse öpülecekti. Ama sevgili kızım bu sefer dönme zahmetine bile girmedi. "Anne rahatsız etme lütfen" lafının ardından anne screenshot gibi kaldı, baba kıs kıs güldü. Ama hakkını vermem lazım, karım gerçekten tam bir Fair-Play abidesi. Kulaklarından çıkan siyah dumana rağmen yanıma yaklaştı ve kapağını almamı rica etti.


İnsan bazen çocuğunun neleri nereden öğrendiğini çözemiyor. Veya bazı benzetmelerin hangi çağrışımlar aracılığıyla ortaya çıktığını. Bu akşam da yemekte artık kurcalamanın veya derine inmeye çalışmanın anlamsız olduğuna ve hakikaten "Çocuktur, ne yapsa yeridir" demek gerektiğine karar verdik. Yemek yediğimiz yerde Zilli Prenses'e gelen tabakta bir miktar maydonoz vardı. Bizimki de hafif hafif bunları kemirmeye başladı. Kızının otlaması annesini dünyanın en mutlu insanı yapıyor. Ben anlamıyorum ama kurcalamamak ve olabildiğince uyum sağlamak en güvenli yol. Şuna itiraz edecek bir erkek de tanımıyorum zaten. Bir süredir kemirdiği maydonozu inceleme ihtiyacı hisseden kızım önce şöyle bir kaç kez maydonozu çeşitli açılardan tanımaya çalıştı. Sonra yaprakları okşadı. Tam olarak hatırlıyorum, elinde dört yaprak (veya o yonca gibi olan kısmına ne deniyorsa) vardı. Kleopatra dürtmüş olacak ki bizimki bir anda sandalyesinde iyice arkasına yaslandı ve elindeki maydonozu yüzüne doğru yelpaze gibi sallayarak "Offf, çok da sıcak oldu burası" dedi. Biz bir şey diyemedik. Biz bir şey yapamadık. Biz öylece kalakaldık. Ve çocuk maydonozu yedi.

Cuma, Aralık 02, 2011

Erken Uyarı

Her ebeveynin dikkat etmesi gereken ileriye dönük işaretler vardır ama birçoğunu "Ah canım, çocuk işte" diyerek görmezden geliriz. Biz de farklı olduğumuzu iddia etmedik ama gözümüze gözümüze sokulan ve hani şu çok moda olan "Karma" muhabbetini destekleyen alametlere kayıtsız ve endişesiz kalamayacak duruma geldik. Gençliğimizden ve hatırladığımız kadarıyla çocukluğumuzdan aklımızda kalan ve bir kısmını "Ne piçmişiz be" diye belki de gururla andığımız bazı tavırlar, hani şu gazetelerde manşetten verilen tokat gibi cevap şeklinde suratımıza çarpınca önümüzdeki yılların robot resmi ortaya çıkmaya başladı.

Yatağa yatırılmak suretiyle uyuması umut edilen sevgili kızım daha önceki tepkilerinin işe yaramadığını görünce yepyeni bir taktikle annesinin karşısına çıktı. Diyalogu aynen aktarıyorum.

-Anne ben gözlerimi kapatamıyorum.
-Niye yavrum?
-Bozuldular. O yüzden uyuyamam.


Tahmin edileceği üzere akşam yatmak istemeyen çocuk sabah da kalkmak istemez. Bin bir dil dökülen Zilli Prenses, çizilen her türlü toz pembe tabloya rağmen kalkmamakta direnince kesin bir tavırla kendisine kalkması ve okula gitmesi gerektiğini bildirdim. Tek gözünü açıp yataktan kafasını kaldırmadan "Baba, karnım ağrıyor" dedi  ve kıçını dönüp uyumaya devam etti. Babaya da çocuğu yataktan sökmek kaldı.

Zaman zaman amaçlı veya amaçsız ailece yürüyüşlerimiz olur. Böyle zamanlarda da puset kavramını hayatının flu anılarından biri hâline getirmiş olan kızım da koşmayı tercih eder. Karı-koca yanımızda çocuğumuzla yürürken iki laf etme şansına bu nedenle sahip olamıyoruz çünkü nöbetleşe çocuk peşinde galop, sprint antrenmanı yapıyoruz. Hanımefendinin koşacak keyfi olmadığında, kısaca canı kapris yapmak istediğinde de kucak talepleri ardı arkası kesilmeden ebeveyne ulaşıyor. Mümkün mertebe kucaktan uzak tutmaya çalışıyoruz. "Ne gerek var kızım?", "Saçmalama, eşek kadar oldun" telkinlerinden majestelerine sıkıntı geldiği zaman da "Ah baba, çok bacağım ağrıyor. Geçen gün vurmuştum, o yüzden" veya "Anne ayağım ağrıyor, yürüyemiyorum" şeklinde ebeveyn kafalama taktiklerine geçiyor.

Yıkanmak hâlâ ciddi bir sorun. Kafasına, yüzüne su gelmesinden nefret ediyor Matmazel. Her banyo sefamız küçük kıyamet havasında geçiyor. Sadece elini tutan ve çeşitli şekillerde destek olan ben, apartmana yapılan "Hayır baba, yeter baba, yapma baba!" canlı yayını yüzünden komşular tarafından muhtemelen cani, psikopat ve dayakçı olarak görülüyor olmalıyım. Son zamanlarda bu tepkiler yerini çeşitli bahanelere bıraktı. Mesela tam banyoya girmek üzereyken gelen çiş bir türlü bitmek bilmiyor.

Kimi buna yediğimiz hurmalar der, kimi buna rüzgâr ekmek der, kimi etme bulma dünyası, kimi de karma der. Verilecek isim ne olursa olsun konuştuğumuz herkesin fikrini belirtme şekli değişmiyor:

Ergenlikte sıçtınız.