Salı, Şubat 28, 2012

Dışlanıyorum

İki yaş sendromu adındaki felaket yavaş yavaş, zihinlerimizde yıllar önce izlediğimiz iyi bir korku filminin akılda kalan sahneleri hâline gelmeye başlarken yaklaşan diğer tehlikeyi irdelemeyi ve hatta ona hazırlanmayı ihmal etmişiz. Karakteri şekillenmeye başlamış kız çocuğu! İtiraf ediyorum, sevgili Uyuznaz'ım beni neredeyse tamamen çözdü ve şimdi o çok sevdiği oyun hamurlarına yaptığının aynısının daha sertini bana uygulayarak, bu yaşımdan sonra beni yeni bir şekle sokuyor.

Planın ilk aşamasında anladığım kadarıyla babayı özel hayattan tamamen ve tez zamanda soyutlamak var. Okulda ne yaptığını anlatmayan, sorulduğunda konuyu değiştiren, kuzenleriyle, arkadaşlarıyla veya yakınlarıyla bile neler yaptığını babaya anlatmayan bir çocuk var karşımda ve henüz bana koyduğu bariyerleri aşmayı beceremedim. Diyaloglarımız genelde şu şekilde geçiyor;

-Kızım ne yaptın bugün jimnastikte?
-Baba Yiğit Kaan okulda mı?

-Neler oynadınız anneanneyle?
-Hadi koşalım baba, koş!

-Anneyle neler yaptınız?
-Baba Top Mozart var mı?

Zorlamak olmaz tabii. Niye olmaz bilmiyorum ama olmazmış. İsterse anlatacakmış. Kendi özeli olmalıymış. Olsun tamam. Ama niye o özel sadece bana onu anlamıyorum? Sitenin kapısından girerken güvenlik görevlisine okulda, sokakta yaptığı her şeyi, selamlaşmadan hemen sonra anlatıyorsa bunda bir terslik olduğunu düşünmem anormal değildir herhâlde.

Tuhaf da gelse Zilli Prenses'in tavırlarındaki değişimi izlemek hoş oluyor. Giyim mağazalarında kıyafetleri alıp üzerine tutması, babasının büyük bir hevesle gösterdiği tişörte bakıp "Hayır, beğenmedim" diyerek arkasını dönüp gitmesi, pili bitmek üzere olan tableti uzatıp "Baba şunu şarja koyar mısın?" demesi, öğrendiği şarkıların sözlerini ve melodilerini düzgün ve eksiksiz ellişer kez söylemesi ve hepsinin koreografilerini öğretmesi gibi.


Ebeveynlik aslında tamamen bir öğrenme süreci. Mesela bizim bu ay öğrendiklerimizi şöyle bir gözden geçireyim. Özgüveni oturmaya başlayan çocuk lokantada hesap ister, paket serviste beklerken kaşla göz arasında kaybolup elinde lolipopla çıkagelir ve "Baba bak, şeker kopardım nihaha" der, arabaya yerleştikten sonra ama kontağı bile çevirmeden önce "Hemen kemerini tak baba, arabada kemersiz olmaz" şeklinde sert bir dille uyarır, annesiyle dışarı çıkarken evde kalan babaya sulu boyası bittiği için evde kalmasını ve yenisini almak için çalışmasını buyurur. Ha bir de fotoğraf makinesine mercek adaptörü almak isteyen babaya "Ne gerek var ki? İhtiyacın yok" diye mağazanın ortasında kapağı takar.

Cumartesi, Şubat 04, 2012

Ergenlik Provası


Olmuyor.


Yapamıyorum işte. Kim ne derse desin faydası olmuyor.  Kabullenemiyorum. Kızımın büyüdüğünü kabullenemiyorum.Günden güne her şeyin daha fazla farkında olmasını, daha başına buyruk olmasını ve mütemadiyen evde birine posta koymasını kabullenemiyorum. Ben çenesini öpmek için saldırdığımda "Bir dakika baba, Rio seyrediyorum" demesini, odasını toplamasını istediğimde "O zaman tableti tut, bir yere gitme" diye ferman buyurmasını veya "Yerim seni kız!" dediğimde "Hayır baba, ben yemek değilim" gibi naturalist tavırlar takınmasını kabullenemiyorum. Yuvadakiler bile dalga geçmeye başladı. Artık biraz daha uzun kalsın mı diye sorduğumda "Hehehe siz nasıl dayanacaksınız Sinto Bey?" cevabını alıyorsam durum vahamet eşiğini aşmıştır.

Ama büyüdüğünün yüzüme tokat gibi çarptığı an bunların hiçbiri değil. Geçtiğimiz hafta Zilli Prenses'i  öğlen okulundan aldım ve arabada sohbet ede ede eve doğru yol alırken her zamanki soru-cevap oyunumuzu oynamak istedim. Aslında oyun da değil, soruları ve cevabı belli olan bir sohbet. Kızıma arada bir arka arkaya babasının meleği, prensesi, güzeli ve bilumum babaların kızlarına layık gördüğü sıfatlar kim diye sorarım ve o da heyecanla "Ben!!!" diye cevap verir. Yine saydırmaya başladım.

-Babasının meleği kim?
-Ben. (Bunu her zamanki heyecanıyla değil de biraz durgun söyledi. İyimser bir baba olarak okul yorgunluğuna verdim.)

-Babasının prensesi kim?
-Ben. (Aynı durgunluk devam. Bir terslik olabilir.)

-Babasının aşkı kim?
-Ben. (Lan bir terslik var. Dur şunu şaşırtayım)

Sonraki soruyu otopark kapısının açılmasını beklerken arkaya dönüp sordum ve o korkunç yanıt ve manzarayla karşılaştım.

-Baba seni ne kadar seviyor?
-Ben.

Evet, kızım camdan dışarı bakarken hiç istifini bozmadan ezberden cevap veriyordu. Beni dinlemiyordu bile. Hatta "Yine başladı bu moruk" diyordu içinden, bundan eminim. Hemen annesine koşup olayı anlattım ve ikinci darbeyi orada aldım.

-Hı-hı, evet canım. Büyüyor işte.

Dedi ve gitti.

Sevgili kızım nedense geceleri zamanında ve deliksiz bir uyku çekmemekte ısrarcı. Ya sıkılır yanımıza gelir ya su ister ya da sadece ilgi ister. Suyu ve ilgiyi aynı anda istediği zamanlar evde hareketlenme oluyor çünkü sudan sorumlu devlet bakanlığına ben atandım. Hanımefendi odasında "Anne!" diye seslendiğinde yanına giden sevgili eşim tekmilini verdikten sonra "Baba su!" talebi evin duvarlarında yankılanır. Tam da o gece suyunu odasına koymayı unutmuşum. Odadan çıkıp mutfağa doğru giderken bugün hâlâ öğrenemediğim bir sebepten dolayı Fofo'yu tuvaletten çıkarken gördüm. Sabahın beşinde ilk bakışta jeton düşmediği için tuvaleti iki adım geçtikten sonra geri dönüp sıpayı salona doğru kovaladım. Mutfakta kızımın suyunu doldurup geri dönüş yoluna girdim ve demin salona postaladığım köpek bu sefer de küçük tuvalete girmiş, lavabonun altından sinsi sinsi bana bakıp onu görmeden geçip gitmemi bekliyordu. En son kendisini kapısı kapalı tuvaletin önünde yatar hâlde bulan muhterem eşim çareyi yatağını oraya taşımakta buldu. Tuvalet saplantılı köpek. İki saat önce yatağında yatıyordu. Manyak.

Bu arada öğretmenlerinin dediğine göre kızım müziği seviyormuş. Nasıl sevindik anlatamam. Sign of the Horn yapıp "Baba kafanı salla" dediğinden beri bu kadar sevinmemiştik. Hâl böyle olunca da kızımın en sevdiği yerlerden biri bizim Coşkun'un oyun odası. Geçenlerde en son bas gitar da çaldıktan sonra kızımın kalbinde ayrı bir yere oturdu. Yine müzik aşkının coştuğu bir anda parka giderken sevinçle bağırdı kızım.

Ben Coşkun'un evinde paket çaldım baba. Coşkun bana paket alacak baba!

Çocuğunun konuşmasını harbiden sadece ebeveyn çözermiş. Yandan geçen adam çocuk paket çaldığına seviniyor diye bana pis pis bakarken ben bagetin ne olduğunu öğrenmiş bir çocuğum olmasının haklı gururunu yaşıyordum.