Cumartesi, Şubat 04, 2012

Ergenlik Provası


Olmuyor.


Yapamıyorum işte. Kim ne derse desin faydası olmuyor.  Kabullenemiyorum. Kızımın büyüdüğünü kabullenemiyorum.Günden güne her şeyin daha fazla farkında olmasını, daha başına buyruk olmasını ve mütemadiyen evde birine posta koymasını kabullenemiyorum. Ben çenesini öpmek için saldırdığımda "Bir dakika baba, Rio seyrediyorum" demesini, odasını toplamasını istediğimde "O zaman tableti tut, bir yere gitme" diye ferman buyurmasını veya "Yerim seni kız!" dediğimde "Hayır baba, ben yemek değilim" gibi naturalist tavırlar takınmasını kabullenemiyorum. Yuvadakiler bile dalga geçmeye başladı. Artık biraz daha uzun kalsın mı diye sorduğumda "Hehehe siz nasıl dayanacaksınız Sinto Bey?" cevabını alıyorsam durum vahamet eşiğini aşmıştır.

Ama büyüdüğünün yüzüme tokat gibi çarptığı an bunların hiçbiri değil. Geçtiğimiz hafta Zilli Prenses'i  öğlen okulundan aldım ve arabada sohbet ede ede eve doğru yol alırken her zamanki soru-cevap oyunumuzu oynamak istedim. Aslında oyun da değil, soruları ve cevabı belli olan bir sohbet. Kızıma arada bir arka arkaya babasının meleği, prensesi, güzeli ve bilumum babaların kızlarına layık gördüğü sıfatlar kim diye sorarım ve o da heyecanla "Ben!!!" diye cevap verir. Yine saydırmaya başladım.

-Babasının meleği kim?
-Ben. (Bunu her zamanki heyecanıyla değil de biraz durgun söyledi. İyimser bir baba olarak okul yorgunluğuna verdim.)

-Babasının prensesi kim?
-Ben. (Aynı durgunluk devam. Bir terslik olabilir.)

-Babasının aşkı kim?
-Ben. (Lan bir terslik var. Dur şunu şaşırtayım)

Sonraki soruyu otopark kapısının açılmasını beklerken arkaya dönüp sordum ve o korkunç yanıt ve manzarayla karşılaştım.

-Baba seni ne kadar seviyor?
-Ben.

Evet, kızım camdan dışarı bakarken hiç istifini bozmadan ezberden cevap veriyordu. Beni dinlemiyordu bile. Hatta "Yine başladı bu moruk" diyordu içinden, bundan eminim. Hemen annesine koşup olayı anlattım ve ikinci darbeyi orada aldım.

-Hı-hı, evet canım. Büyüyor işte.

Dedi ve gitti.

Sevgili kızım nedense geceleri zamanında ve deliksiz bir uyku çekmemekte ısrarcı. Ya sıkılır yanımıza gelir ya su ister ya da sadece ilgi ister. Suyu ve ilgiyi aynı anda istediği zamanlar evde hareketlenme oluyor çünkü sudan sorumlu devlet bakanlığına ben atandım. Hanımefendi odasında "Anne!" diye seslendiğinde yanına giden sevgili eşim tekmilini verdikten sonra "Baba su!" talebi evin duvarlarında yankılanır. Tam da o gece suyunu odasına koymayı unutmuşum. Odadan çıkıp mutfağa doğru giderken bugün hâlâ öğrenemediğim bir sebepten dolayı Fofo'yu tuvaletten çıkarken gördüm. Sabahın beşinde ilk bakışta jeton düşmediği için tuvaleti iki adım geçtikten sonra geri dönüp sıpayı salona doğru kovaladım. Mutfakta kızımın suyunu doldurup geri dönüş yoluna girdim ve demin salona postaladığım köpek bu sefer de küçük tuvalete girmiş, lavabonun altından sinsi sinsi bana bakıp onu görmeden geçip gitmemi bekliyordu. En son kendisini kapısı kapalı tuvaletin önünde yatar hâlde bulan muhterem eşim çareyi yatağını oraya taşımakta buldu. Tuvalet saplantılı köpek. İki saat önce yatağında yatıyordu. Manyak.

Bu arada öğretmenlerinin dediğine göre kızım müziği seviyormuş. Nasıl sevindik anlatamam. Sign of the Horn yapıp "Baba kafanı salla" dediğinden beri bu kadar sevinmemiştik. Hâl böyle olunca da kızımın en sevdiği yerlerden biri bizim Coşkun'un oyun odası. Geçenlerde en son bas gitar da çaldıktan sonra kızımın kalbinde ayrı bir yere oturdu. Yine müzik aşkının coştuğu bir anda parka giderken sevinçle bağırdı kızım.

Ben Coşkun'un evinde paket çaldım baba. Coşkun bana paket alacak baba!

Çocuğunun konuşmasını harbiden sadece ebeveyn çözermiş. Yandan geçen adam çocuk paket çaldığına seviniyor diye bana pis pis bakarken ben bagetin ne olduğunu öğrenmiş bir çocuğum olmasının haklı gururunu yaşıyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder