Pazartesi, Nisan 09, 2012

Ben Tek Siz Üçünüz

Mahallede top oynayıp da şu kalıbı çeşitli şekillerde duymayan veya kullanmayan yoktur diye tahmin ediyorum. İki taş arası kaleye gol atmaya çalışırken kolaydı tabii hayat. Sıkıysa 35 yaşlık farka rağmen her lafıyla, tırnak yediren özgüvenini dağlara taşlara haykıran kıvırcık bir zilliye anlatın derdinizi.

Ailece oturduğumuz yerde pek kalamadığımız için oyunlarımız da genelde fiziksel kalıplar içerisinde gerçekleşiyor. Kaydırakta kartopu etkisi yaratma, koltuktan ters atlama veya üç deyince birbirimize doğru bağırarak koşup göğüs tokuşturma gibi baba-kız-anne-köpek oyunlarımız var. Köpek nasıl oynuyor bunları kısmının kurcalanmamasını özellikle rica ediyorum. Tabi genelde oyunların kuralları, kural değişiklikler ve süreleri Zilli Prenses tarafından belirleniyor. Son zamanlarda kızım nihayet dans sevmeye başladı. Şimdi dans deyince herkesin kafasında kısmen zarif hareketler ve müzikle ahenkli kıvırmalar imajı oluşuyor. Bizde öyle değil. Bizim danslarımızda, üç gün önce avlanmış mamuttan kalan son et parçasını paylaşamayan mağara adamlarının medeniyeti ve zarafeti var. Uzatmayayım, okuldan gelen Zilli Prenses o günkü dans dersinin de etkisiyle annesiyle beni hemen mutfağa çağırdı. Amacımızın ne olduğunu sorduğumuzda "Dans edeceğiz ama bekleyin" cevabını aldık. İyi, en azından başımıza sert bir şey gelmeyeceği kesinleşti. Hemen salona koşan küçük hanım sandalyesini de getirdi ve mutfağın ortasına koydu. Dekora niye ihtiyacımız olduğunu anlamaya çalışırken küçük dev koreograf annesini ve beni arzu ettiği stratejik noktalara yerleştirdi. Sakin bir havayla sandalyesine oturdu ve "Şimdi dans edin" diye buyurdu. Annesiyle bakışırken aklımızdan geçen tek düşünce vardı.

"Lan yapmazsak silah çekip ayaklarımızın etrafına sıkmaya başlar mı?"

Fofocuğum da artık tekmili kime vereceğini öğrendi. Bir zamanlar evde beni reis, muhterem eşimi de aziz ve sadık dostu olarak bilirdi. Sabah sesimizi duyar duymaz odanın kapısına gelip dışarı çıkmak için en Küçük Emrah hâliyle bakardı. O da kalmadı artık. Sabah önce Zilli Prenses'e tekmil veriliyor. İşini o kadar ciddiye alıyor ki sabaha karşı yanımıza gelen küçük hanımı yatağında bulamayınca "Oğlum Fofo, günaydın canım, güzel oğlum benim" diye kafasını okşayana dek odasında bekliyor pis dönek.

Dondurma hâlâ ve iyi ki en sevdiğimiz tatlı. Hele anne elinden çıkmış taptaze dondurmanın üstüne tanımıyoruz. Övünmek gibi olmasın hanım biraz hamarattır. Zilli Prenses'in kâsesine koyduğum dondurma kısa süre içinde silip süpürülüyor. Boş kâseyle masada oturan canavar babasının kâsesine göz dikiyor ve korkudan nefes almadan bitirmiş olan babaya "Ne? Hepsini bitirdin mi?" diye fırçayı kayıyor. Bitti mi? Bitmez. Annenin kâsesinde hâlâ dondurma kaldığını öğrenip masadan kalkıyor ve az önce babasına posta koyan kendisi değilmiş gibi "Anneciğine" bir kaşık dondurma yediriyor. Bundan sonraki taktik süper.

-Anne sen dondurma sever misin?
-Evet kızım severim.

-Hmm, ben de çok severim.
-Peki kızım.

Ama benim dondurmam kalmadı anne.
Kâsem boş, hepsi bitti.


Herhâlde sonucu söylememe gerek yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder