Perşembe, Ağustos 16, 2012

İç Savaş Günleri


İşte o sancılı ve gergin dönem geldi. Hoş geldi, sefa geldi. Bu kız hangi takımı tutacak? Yani aslında bu bir geleceğe yatırım meselesi. Ebeveynin iki tarafı da ileride kızıyla maça gitmeyi ve evde Galatasaray-Fenerbahçe maçı seyrettikten sonra diğerine kızıyla birlikte "Ahaha, nasıl geçirdik!" yapma hayalleri kuruyor. Annenin kızına şarkı diye Fenerbahçe marşları söylediği günü tesadüfen fark ettiğim gün savaş ilan edilmişti ama herkes soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Artık saklayacak bir şey yok. Niyetler ve amaçlar belli. Biz kendi aramızda bu ufak çekişmenin kazanan tarafı olmaya çalışırken Zilli Prenses ne yapıyor? İki kulübün talip olduğu futbolcu şımarıklığını sonuna dek kullanıyor. Annesi Fenerbahçe için tezahürat yapmasını istediğinde "Babam bana "En büyük Galatasaray" demem için top Mozart veriyor" diyerek ortalığı kızıştırıyor. Bu kadar mı? Tabii ki hayır. Arabada giderken annesinin arkada, yanında oturmasını isteyen kızım "Yanıma oturursan Fenerli olurum" diyerek tersten milli marş söyletecek kadar sıkıştırıyor kadını. Dondurma yemeye giderken de "Baba, en büyük Galatasaray, değil mi?" diye sorup iki top yerine üç top yemeyi garanti altına alma çabası da takdire şayan.

Müzik. Kızımın uğraşmasını en çok istediğim şey. Mutlaka bir enstrüman çalsın diye ne adaklar adadım, şu yaz mevsiminde ne sivrisinekler kurban ettim. Enstrüman için erken ama şarkı söylemeye bayılıyor. Tanıdık şarkılara eşlik etmeye bile başladı. Mesela olimpiyatlarda 200 metre kelebek ödül törenini seyrederken, altın madalyayı alan Güney Afrikalı Chad le Clos'un bizim basının tabiriyle milli marşını tüm dünyaya dinlettiği anda, kızım da heyecanla bana koşup "Baba! Ali Baba çalıyor!" diye sevinç çığlıkları attı. Kulağı çok iyi, çok!

Araya ufak bir bilgilendirme gireyim. Karikatürlerde ve eski Türk filmlerinde çok rastlanılan kadınlar hamamı sahnelerini düşünün. Kadınlardan biri mutlaka artık eşek kadar olmuş oğlunu da getirmiştir ve diğer bir kadın da kendisine "Hanım, hanım, kocanı da getirseydin bari" diye serzenişte bulunur. İşte o lafın tonlamasını aklınızın bir köşesine not edin.

Muhterem eşim zahmet etmiş, bize güzel bir mercimek çorbası yapmış ve her zamanki gibi içine biraz sebze katmayı ihmal etmemiş. Canım benim, ne de çok düşünür bizi. Akşam sofraya oturduk. Çorbalarımızı önümüze aldık ve kaşıkları daldırdık. Çok da güzel olmuştu, belirteyim. Kızımız da kaşığını çorbayla doldurup ağzına götürdü, çorbasını yuttu ve annesine dönerek fikrini belirtti. İkinci cümle için o not ettiğiniz tonlamayı kullanın.

Anne bu ne biçim çorba? Kabak çorbası yapsaydın bari!


Çocuğa kabak çorbası diye bir şeyin varlığını öğreten kadına mı kızılır, yoksa annesine, balık lokantasında "Kuru fasulye getir, ıspanak getir" diye espri yapan herifle aynı tavrı yapan kıza mı? Kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder