Salı, Ağustos 16, 2011

Çalaklavye

Bizim Zilli Prenses hızla 2 yaş sendromunun zirvelerine doğru ilerlerken, sevgili uzmanlarımızın sürekli tekrar ettiği ve sabırlı olmamız konusunda bizi uyardığı karakter oluşturma aşaması da iyice kendini belli etmeye başladı. Burada benim ilgimi çeken (biraz da ürküten) nokta bu karakter dedikleri şeyin ne kadar genetik faktörlere bağlı olduğu. Şu anki görünüş itibariyle evin Genelkurmay Başkanı bu ablayı doğurmamış, doğrudan mitoz bölünmüş. 18 saat doğumu bekledikten sonra apar topar "Sezaryen yapacağız keh keh" diye ameliyathaneye alınmasının ve benim içeriye alınmamamın şüphe uyandırması lazımdı ama toyluk işte, o anda düşünemedim.

Çok WoW oynadığımız zamanlarda uykusunda "Mana bitti Sinto!" diye bağıran veya sabaha karşı kendi uyanmadan beni uyandırıp "Kalk, raid varmış. Şimdi Hollanda'dan aradılar" diyen sevgili eşimin doğurduğu canım kızım da uykusunda Hayal İzcileri'ni, Frodo'yu ve günün olaylarını bize anlatmaktan geri kalmıyor. Bazen salonda Fofo'nun yanına kıvrılsam da onlar odadan odaya konuşsa, ben hiç bulaşmasam ve güzel bir uyku çeksem diye içimden geçmiyor değil.

Bana çektiği tek konu damak zevki. Hemen hemen aynı şeyleri seviyoruz ve aynı kıvamda yiyoruz. Tatlıya da düşkün değil, çok güzel. Ancak bir zaafı var kızımın. O da Mozartkugeln. Yapbozunu bitirdiğinde, tuvalete gittiğinde, yemeğini bitirdiğinde kısacası kendisi için başarı sayılan her şeyde bu çikolatayla ödüllendirilmek istiyor. Günde bir taneden fazla vermek istemediğimiz için de bunu çok özenli seçmek zorundayız. Öyle böyle değil, stresimiz çok büyük yani. Ancak bu olayda ufak bir sorun var. O da kızımın bu sevdiği çikolatayı isterken kullandığı tabir. Top Mozart!

Sevgili kızım bu aralar kendine yeni bir hobi buldu. Pinpon. Her sabah "Günaydın kızım" dedikten sonra aldığımız cevap "Pinpon oynamaya gidelim" oluyor. Ama henüz oyunla malzemeleri arasındaki farkı öğrenemedi. "Baba sen pinponunu al", "Pinponlar nerede?", "Biz pinpona geldik" gibi kalıplarla raket, top ve masayı aynı kefeye koyup olayı tek ve kolay bir kelimeyle halletmiş olduk. Kızımı tanıyanlar bu kısımları kendine has tonlamasıyla (ki biz kısaca kendisine IVR Teyze diyoruz) okurlarsa daha ilgi çekici olacaktır. "Hangi dondurmadan yiyorsun?" diye sorulan çocuk "Bir. Top. Karamelli. Donduuma. Yiyüüm." şeklinde cevap vererek yılların santral seslendirmecisi ablalarına taş çıkarıyor.

Bu aralar evdeki her türlü cihaz ilgi alanımıza girmeye başladı. Kendi kendine program değiştiren hatta çalışmaya başlayan bulaşık makineleri, durup dururken içindekileri yıkamaktan vazgeçen veya "Yok, bu kadar kısa programda çıkmaz bu kirler" diye karar veren çamaşır makineleri, 45 haneli numaraları aramış telefonlar, dinlenmeye karar verip kablosunu çeken harici diskler veya evdeki herhangi bir odadan yola çıkarak kendini herhangi bir bilgisayarın USB portuna bağlı bulan ayaklı MP3 çalarlar ev hayatımıza bir Disney şatosu havası katıyor. En çok da benim telefon eziyet çekiyor. Dokunmatik ekran kullanmayı öğrendiği andan itibaren telefon sürekli uçak modunda geziyor. Kendi fotoğraflarıyla videolarını izlemeye bayılan Zilli Prenses geri kalan zamanda da boyama yaparak ve her türlü ayarı kurcalayarak her akşam yatmadan telefon ayarlarını eski hâline getirme antrenmanı yaptırıyor bana.

Büyüdükçe gelişen özgüven arada yüzsüzlük olarak da kendini gösteriyor. "Ay canım, özledim seni be" diyen eşe, dosta, hısım ve akrabaya "Gelmedin ki görmeye" diye postayı koymak da en son bombamız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder