Salı, Ağustos 17, 2010

Aile İçi Şiddet ve Bireylere Etkileri

Ne güzel, bugün işim erken bitti diye sevinmek hataymış. Evin icra kurulu başkanı, oyunun en hareketli yerinde, yatağından su talebinde bulunur. "Anne yorgun. Modern bir babayım ben, her konuda eşime yardım ederim" cengaverliğiyle koltuktan fırlar, hanımefendiye suyunu yetiştiririm. Suyu içtikten sonraki "Ohhhhh" nidasıyla birlikte patates çuvalı gibi tekrar yatağına yığılan Zilli Prenses, üç-beş söylendikten sonra kaldığı yerden, uykusuna devam eder. Oyunun başına dönerim, ancak Battleground'da pasif olunca şutlandığımı ve 15 dakika boyunca başka bir savaşa katılamayacağımı görürüm. O arada Genelkurmay Başkanımız koltuktan kalkar ve o ünlü soruyu her zamanki tehditkâr sevimliliğiyle sorar. "Sen yatmıyor musun?" Fazla olmamak kaydıyla bir süre daha oynayacağımı majestelerine bildirip, bunun bana ne şekilde yol-su-elektrik olarak döneceğini merak etmeye başlarım. Bir taraftan komutanı rahatsız etmemek, diğer taraftan da sayın başkanımızın herhangi bir talebini duymamak terbiyesizliğini yapmamak için, tek kulağıma bir kulaklık takar oyunuma devam ederim. Yan sitedeki köpoğlunun her zamanki saatte gaza gelmesini yine hesaba katamadım. Evin sığırı hemen yatağından fırlar ve cevap vermeye yeltenir. Hatun kişiler uyanmasın diye susturma terapisi yapılır ve yatağına dönmesi için dört ayaklı zebaniye dert anlatmaya çalışılır. Şu ana kadar sorun yaşamadım diye mağrur bir şekilde sevinirken, oyunun tekrar başına geçtiğimde, saatin ikiye dayandığını görürüm. Yatmak lazım, yapacak bir şey yok. Son bir kez daha Boncuş kontrol edilir ve huzur içinde yatağa gitmeye hazırlanılır.  Eşşoğluitin ortalarda olmaması pek hayırlı değildir. Yatak odamızın perdesinin altında sallanan kuyruk sayesinde yerini tespit etmiş olurum ve güzel karımın yanına uzanırım.

Sessizlik. Belki hafif bir esinti ama onun dışında her şey sakin. Yavaş yavaş dalarım ve uykunun bilmem kaçıncı safhasına geçerim. Sessizlik.

Hayvan herif! Geldi dibimde horlamaya başladı bir de. Ne görüyor rüyasında bilmiyorum ama bir de söylenip, arada havlıyor. Yerini ezbere bildiğim için, gözümü açmadan ayağımı yataktan indiririm ve kendi yatağı yerine, benim odamda yatmayı tercih eden namussuzu dürterim. Ses kesilir, salak salak etrafına baktığı kesin. Uyu ama sessiz ol.

Yine uyku, hemen de kaldığım yerden devam ederim.

Şlap şlop şlup. Uykusu kaçan köpek hazretleri yalanıyor. Hem de dibimde. "Oğlum bas git" dememin de faydası yok. Tekrar dürterim, yine salak salak bakar. Bu sefer ya gider ya da tekrar uyur. Sessizlik. Bir kez daha.

Tamam, saat kesin dört. Yan odadan su istiyorlar. Fırla oğlum, acele edersen suyu içip hemen dalar. Az önce üzerine bastığım şey galiba Fofo'ydu ama emin değilim çünkü hiç ses gelmedi. Yan odaya koştur, suyu içir. Parmak ucunda kendi odana dönerken fırçayı ye. Geri dön, ablayı al, yanımızda yatması için içeri taşı. Oh, mis gibi. Yatağımda güzeller güzeli iki hatun var. Tamam, uyanma saatine kadar 21 numara ayaklardan, her türlü şiddetten nasibimi alıyorum. Burnuma tepikler, karnıma döner tekmeler, kıçıma  aduket. Tam dalıyorum derken keskin amonyak kokusuyla irkilmek ve gözleri açınca karşıma çıkan ilk manzaranın burnuma dayanmış bez ve içindeki popo olması. Bu arada kafamın komodinin üzerinde olması, ayrıca esneklik isteyen bir pozisyon. Zamanla alışıyor insan.

Sabahın ilk ışıklarıyla gelen tokat, kalkma saatinin de habercisi. Belli ki uyumaya çalışmaktan sıkılmış hanımefendi ve annesiyle bana çektirdiği yatak eziyetini bitirmek istiyor. Bir gün öncesine göre daha sert ve zorluklara ve morluklara alışmış olarak yataktan çıkıyoruz. Anne kahvaltı hazırlamaya, baba da yemek için kıyamet koparmasın diye Büyük Şef'e maymunluk yapmaya. Döngü başa sarıyor. Saat kaçta bırakacaktık kızı anneannesine?